23 May 2011

My Strangers Vol. 1

Evet bu fikir aklıma Beatles'ın 'Across the universe' adlı şarkısını dinlerken geldi. Bir şekilde hayatlarımız bir sürü yabancı ile kesişiyor. Kimi sohbetlerde kartlar değiş tokuş ediliyor kimilerinde ise sadece bir gülümseme... İleride bir gün kitap yazmaya niyet edersem, kimbilir, belki bu gerçek yabancılarımı kurgularım. Bu serinin ilk yabancısı gelsin o zaman. Fotoğraf koyabilmeyi çok isterdim ama olaylar kendiliğinden olup biterken "aa 1 dk resminizi çekebilir miyim?" diyemiyorum... resimler kafamda ya da resimler kafanızda ama hikayeler ortada...

Uyruk: İngiliz
İsim: Matthew
Şehir/Ülke: Colchester/İngiltere
Tarih: 22 Mayıs 2011
Zaman: 30 dk
Hikaye: Colchester'da pazar sabahları 9'dan önce otobüs olmadığını öğrenmemi sağlayan bu olay sayesinde tanıştık Matthew ile. "Tren istasyonuna mı gidiyorsun sen de?" diye sordum. Evet yanıtını alınca "bildiğin bir taksi numarası var mı?" sorusu geldi ardından. 9'daki Londra trenine yetişebilmek için pazar sabahının o saatinde kimsenin olmadığı otobüs durağında, tren istasyonuna beraber gidebilmek için fellik fellik taksi numarası aramaya başladık. Yoldan şans eseri geçen bir arabanın üzerindeki taksi numarasını görüp bulunduğumuz yere araba çağırmayı başardık. Arabanın gelmesini beklerken "benim adım Matthew" diyerek elini uzattı. ben de kendimi tanıttım ama eminim ki ismimden birşey anlamadı. Fakat tüm içtenliği ile gülümsemeye devam etti.
LT: "Londra'ya mı gidiyorsun?"
Matthew: Evet, sen?
LT: Bedford. Aslında buradan Bedford'a doğrudan otobüs var fakat 4 saat, ama Londra'dan trenle 1 saat olduğu için böylesi daha mantıklı geldi.
Matthew: Hmm evet mantıklı :) ben de ailemle birlikte rugby maçı izlemeye gidiyorum.

o sırada beklediğimiz araba geldi. Matthew öne ben arka koltuğa yerleştim. İki ingiliz pazar sabahının o erken saatinde hemen kendilerine gülecek komik konular açmayı nasıl başardılar anlayamamış ve ayılamamışken "9'u 6 geçe trenine yetişmeye çalışıyorum" diyeceğime "6'yı 9 geçe" diyiveriyorum... ve dolayısıyla tüm kahkahalar yüzümde patlıyor. Ve ben bu sayede ayılıyorum :)
Tren istasyonuna ulaştığımızda beş poundu arka koltuktan hızlıca yaşlı ve tonton şöför amcaya uzatınca, şöför amca matthew'a dönüp "hey kowboy senden hızlıları var baksana" diyor... matthew bana dönerek bozuk parası olmadığını ama en azından 2 poundu almam için bana ısrar ediyor. Arabadan iniyoruz ve bilet almak için o gişeye doğru yöneliyor. Arkada onu bekliyorum ve gişe sırası bana geldiğinde onun da beni beklediğini farkediyorum. İçimden de "yaşasın" diyorum, yolda sıkılmayacağım. her ne kadar yanımda kitabım olsa da insanlarla muhabbet etmeyi tercih edeceğimi biliyorum.
Bilet gişesi prosedüründen sonra platformlara doğru ilerliyoruz. Her ne kadar ikimizde Londra treni bekliyor olsak da ben doğrudan Londra'ya giden treni tercih ediyorum. (evet salağım) Onun gideceği durak ise benden bir durak öncesi halbuki...
Bu sürede benim platformda beklemeye devam ediyoruz. Üniversite'de bilgisayar mühendisliği okuduğundan ve gelecek yıl kayak için gideceği Kanada planlarından konuşuyoruz. Cıvıl cıvıl, parlak, neşeli ve pozitif bir genç... Lisedeki matematik notlarının yüksek olması sebebiyle bilgisayar mühendisliği okumayı tercih ettiğini söylüyor. Bir sonraki sene Kanada'ya gitmesinin temel sebebinin de tamamen kayak tutkusu olduğunu da itiraf ediyor. "Aslında çoğu kişi bu 1 yıllık (gap year) süreyi kariyer odaklı bir iş ile geçirmemi tavsiye ediyor ama ben hayatı tercih ediyorum" diyor ve ekliyor "Üniversite tercihimi de bu yüzden buradan yana kullandım, daha iyi bir üniversiteden de kabul almama rağmen o üniversiteyi hiç sevmediğim ve buraya bayıldığım için tercihimi bu yönde yaptım, sonuçta burada 3 sene geçireceğim ve burayı sevmem önemli" diyor... Aynı zamanda okulun tanıtım komitesinde yer aldığını ve yeni gelen öğrencilere okulu tanıttığını anlatıyor. "Herkesin okuldaki dersleri sorması çok garip geliyor, sonuçta burada 3 yıl geçirecekler ve burayı sevmezlerse derslerde zaten başarısız olacaklar" diye düşündüğünü de söylüyor. Öğrenci olmaktan çok keyif aldığını da belirtiyor, " bana kalsa hep öğrenci olurum" diyor...
Aslen hangi şehirden olduğunu sorsam da söylediği yeri tam olarak bilemediğim için aklımda kalmıyor. Tarif ederek Luton yakınlarında bir yer olduğunu söylüyor. Tüm bu konuşma boyunca en olmazsa olmaz soruyu bana sormadığını farkediyorum; "nerelisin?" İngiliz olmadığım bu kadar belliyken ve her yabancı ortamın olmazsa olmaz sorusu "nerelisin?" iken bu güzel konuşma bu sorudan yoksun olması sebebiyle bir kez daha hafızama kazınıyor. Benim geri zekalılığım yüzünden buraya eklenebilecek satırlar, kendi trenime binmek konusundaki ısrarım yüzünden "bol şanslar" dilekleriyle son buluyor.
Not: Pazar sabahımı renklendiren bu renkli kişilik ile sabah 9'dan önceye otobüs koymayan belediyeye de teşekkür etmekten başkası kalmıyor herhalde... Hayat, tesadüfler ve yabancılar, bakalım bir kez daha karşılaşır mıyız?

No comments: