29 August 2010

Pozitif Düşüncenin Sihirli Gücü - Prof. Dr. Nursel Telman



İtiraf etmeliyim ki bu başlıkta bir kitaba asla elimin gideceğini düşünmezdim. Bir bakıma ben para verip almadım, halamın kütüphanesinde eşinirken karşıma çıkıverince, babannemin de ölümü üzerine, "eh bundan iyi zaman mı olur kardeşim, sihir mihir de diyor, denemeye değer" diyerek başladım okumaya... kitabın kendisi ince, ama benim gibi üşengeç birinin elinde gezgin oldu, İzmir'den Londra'ya uzanan yolculuğumda çantamın vazgeçilmez konuğuydu.

kendimi oldukça pozitif bir insan olarak gördüğümden, tipik bir aslan kibiriyle (aslanız zaten ama neyse) "heheyt ben pozitivizmin kitabını yazarım" kafasındaydım. ama gördüm ki işler biraz farklı olabiliyormuş. Yani ağzımıza sakız yaptığımız güzelim kelimeler içleri dolunca daha çok tat veriyormuş. kitapta altını çizdliğim bazı yerleri paylaşmak üzere bu posta giriştiğim için kitabı okumayanlara spoiler olabilirim. gerçi sürükleyici bir roman olmadığı gibi spoiler olmanın da bir sakıncası olacağını sanmıyorum. örneklerle birlikte teoriyle harmanlanmış, okunası bir kitap diyelibilirim.

şimdi fasulyenin faydalarına geçebiliriz...

1. Öncelikle kitapta size sunulan küçük bir test ile A veya B tipi olarak belirtilen insan gruplarından hangisine ait olduğunuzu öğrenebiliyorsunuz.

2. pozitif düşünce olarak her yerde karşımıza çıkan bu kelime öbeklerinin içini dolduracağımız kısım ise özetle şu; pozitif düşünce=rasyonel düşünce veya alternatif üreterek düşünme

Sıkça kullandığım "herkesin kendine göre geçerli bir sebebi vardır" lafına akademik açıdan da destek bulmanın gururuyla " yaşanan olayları, yaşam sürecimizde edindiğimiz kalıpların hakimiyetinde değerlendiririz" (sy.64).
(tez yazdığım bu dönemde emeğe saygı kapsamında alıntı konusundaki hassasiyetimi gözler önüne sermek istedim :)

kitapta hafıza ve bilinç kavramları detaylandırılırken düşünce sistemini yeniden yapılandırmaya yardımcı olacak 3 aylık egzersizlere yer verilmiş.

Birinci ayın egzersizi: (sy. 80)
Gözünüz kapalıyken gözünüzü açıp kapamak suretiyle gözünüze ilk çarpan obje hakkında aklınıza gelen kavramları listelemek gerkeiyor. Burada amaç aklınıza ilk gelen şeyin haricinde hafızanızda o objeye dair "başka nelerin olduğunu" açığa çıkarmak. Bu oldukça kolay bir egzersiz, zamandan ve mekandan bağımsız her an her yerde kolaylıkla uygulanabilir.

İkinci ayın egzersizi:
İlk ayda yaptığınız egzersizde seçmiş olduğunuz objelerin daha karmaşık olanlarına uygulanmak üzere "başka ne var?" sorusunu sormak gerekiyor. Örnek olarak insan, ev ve ağaç verilmiş.

Üçüncü ayın egzersizi:
bu sefer işin içine duygularımız giriyor. örnek olarak "sevgi" kavramı verilmiş. amaç düşündüğünüz duygu hakkında hafızanızda o konu ile ilgili yer alan bütün bilgilerin bilince gelmesini sağlamak. ardından "nefret" kavramı için örnekleme yapılmış.

üç aylık "başka ne var" sorusunu uyguladığınız basit obje- karmaşık obje- duygu (sıraya göre) egzersizlerinden sonra hedeflenen hafıza ve bilinç arasındaki sinir ağlarını devamlı aktive ederek, iletişimin hızlanmasını sağlamak. bu sayade aklınıza ilk gelen düşüncenin esiri olmaktan kurtuluyorsunuz. çünkü bundan sonra gelecek uyaranların tanımlanmasında bilinç tek bir malzemeye bağlı kalmamış olacak, yani başka bir deyişle içinden seçebileceği bir çok alternatif olumlu ve olumsuz bilgi olacak.

kitapta bahsedilen başka egzersizler de var fakat emeğe saygı kapsamında bu kadarla yetinelim. özetle konuyla ilgisi olanlara tavsiye ederim :)

Öncelik sırası

Kargaşa bulutum büyüdükçe önem sırasına koymam gerekenler kafamı karıştırabiliyor. Geçmiş yıllarda çalışmış olduğum firmadaki amirim (müdürüm) (bayılıyorum amirim lafına çok gırgır, adam genel müdür bile olsa benim üstümdeki herkes amirim tıpkı sıfırdan büyük her sayının + (pozitif) olması gibi... aaa bak doğru söyledim, sıfırdan büyük olan herşey pozitif ister 100 ister milyon olsun) bana "işlerini prioritise etmelisin aksi takdirde herkesi memnun edemeyeceğin gibi başarısız olacaksın" demişti... bir bakıma haklıydı aslında, şimdilerde düşününce hak veriyorum kendisine. depozito konusunda ilerleme yok, aç gözlü pakistanlı ev sahibimize her gün kötü enerji ve dileklerimi göndermekle yetiniyorum şimdilik...
içimde ise şöyle bir his var, bisiklete binip yeşilliklerin içinde kaybolmak istiyorum, huzura ve suya doğru :) yanımda fotoğraf makinem, ve kahkahası bol renkli dostlarla... güzel kitaplar okudum bu ara, internet bağlansın diye beklerken, daha doğrusu kramplardan kramp beğenirken, özlenen aktivitelere fırsat buldum, mektup yazdım... devam edeceğim...

18 August 2010

Taşınmaca kaldırmaca götürmece

Sessiz kalmak için kendimce sebeplerim olduğu için güya aslanlara bahşedilen ağustos ayının çoğunu endişe bulutu içerisinde geçirdiğim için kendimi kutluyorum. 9 ay önce binbir zorlukla bulmuş olduğumuz evimizden yine binbir zorluk ile taşınıyoruz. en azından bu defa ev bulma kısmı zor olmadı diyebilirim ama varolan ev sahibimizin avukat olması ve açgözlülüğü yüzünden türlü stres ve sıkıntılar içerisindeyiz. içeride 1 aylık depozitomuz olduğundan mütevellit o parayı alıncaya kadar da stres düzeyimiz kendini koruyacak sanırım. tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de 3 bayanı ofisinden kovması kendisine "denyo of ages" ödülünü vermeme sebep olacaktı ki işin ucunda depozitomuz olduğu için sessiz kalmak zorunda bırakıldım(k).
gerçekten yabancı ülkede kim kimi ne kadar dürtebilirse mantığıyla hareket ediliyormuş, yaşayarak deneyimleyerek öğreniyorum.
ON THE JOB TRAINING, FUN FUN FUN :/
yarın ise emlakçıdan kaldığımız evin durumunu kontrol etmeye gelecekler. herşeyin bir prosedürler silsilesi içinde işlemesi iyi mi kötü mü bilemiyorum. ama öğrendiğim birşey var, başıma bir iş gelecek olursa karşı tarafı en iyi etkisiz hale getirme yolu PSİKOLOJİM BOZULDU, KENDİMİ TEHDİT ALTINDA HİSSEDİYORUM... bunlar anahtar kelimeler. madem öyle bundan sonra böyle... biraz sinirliyim de. hayatıma yön verememiş olmamın ağırlığı altında ezile büzüle bir hal alıyorum. burada yaz mevsimi de yaz gibi olmadığı için serin giden havalar beynimi sersemletmek yerine tam randıman çalışmasına olanak veriyor. bu da şu anlama geliyor ki kafa karışıklığım hiç bitmiyor, beynimin içindeki vıdı vıdı yani. sürekli ON.
şimdilik bu kadar... güneş açıncaya dek, astalavista...

09 August 2010

fonksiyonlar

konumuz nedir diye sorarsanız hayal kırıklığı diyelim. hepimiz öyle veya böyle yaşıyoruz bu duyguyu. temelinde beklentiyle örtüşmeyen realite sonucunda ortaya çıkan bu duygu insanı düşünmeye sevkeden kimi zaman yapıcı kimi zaman da yıkıcı olabilen bir olgudur diyelim. peki bu beklenti denilen şey nedir? kontrol edilebilir mi? varlığı mı iyidir yokluğu mu? yoksa beklentinin varlığını iyi ve kötü gibi nesnel şeylerle adlandırmak adil midir?

kafam karıştı şimdi, ortada bir fonksiyon var. f(x). kendisi hayatımız olur esasen. x de bu beklentilerimiz desek... işte o zaman başlar çeşitli denklemler oluşmaya. ben diyorum ki beklenti olmadan hayat olamaz... yani yapanlar vardır ama benim durumumda aksi sonuç vermiyor sanırım. konu dallanıp budaklanmadan, benim kafam da oldukça karışmışken, kısa kesmek faydalı olacaktır.

02 August 2010

Doğumgünü



Eveet bir çentik daha attık duvara... ani bir süprizle mumlarımı üflerken dileğime odaklanamadım ama umarım herşey çok güzel olur :)) bu yazı da kendi kendime doğumgünü armağanı olsun. okuyanlara da şans getirmesi dileğiyle, iyi ki doğmuş muyum nee :))