Herkes deniyor ben de denemek istiyorum... deneme diyebilirsin ama tutamıyorum zamanı, kenan doğulu bile tutamamış ben mi tutayım (kötü oldu kabul)
tamam yine classic fm yayında ve beni düşüncelere sevkedecek derecede anlamlı çalıyor, ikincisi The Box filmini yeni izlemiş olmam Donnie Darko sonrasında hayal kırıklığı yaratmış olsa da, filmden çıkabilecek güzel alıntılar ve dersler vardı allah için...
birincisi "hayatımızın kendisi bir kutu aslında, içinde yaşadığımız ev bir kutu, izlediğimiz televizyon bir kutu ve biz bununla kendimizi öldürüyoruz. ölünce içine girdiğimiz bir kutu..." bu böyle uzayıp gidebilir... kutu yerine sınırlandırılmış demek geliyor içimden. hayatımızın her anında bir sınırla çarpışıyoruz. İlginç gelebilir ama çok basit bir yöntemle insanın istediği anda herşeyi yapabileceğini ve değiştirebileceğini kendime kanıtlamış oldum. Nasıl mı?
Bulaşık yıkıyorum, eylem basit. Her zamanki gibi içi yarıya kadar çay/kahve dolu muglar lavabonun içinde. çay veya kahve koyu renkli sıvılar... hayatımızdaki ya da vücudumuzdaki kötü düşünceleri sembolize etsin. bir yandan da muslukdan sabit hızla saf temiz yeni su, içi yarıya kadar kahve/çayla dolu olan bardağın içine nüfuz ediyor. bardakdaki su seviyesi ilk etapta aynı koyulukta yükselirken belli bir süre sonunda taşarak taşarak bardağın içindeki koyu sıvı saf suyla yerdeğiştirmiş oluyor...
bunu gözlemlerken birden bire "hiçbirşey için geç değil" dedim kendi kendime.
ama diğer taraftan da bardağın içindeki koyu sıvıyı sembolize eden ya insanlar olsa dediğimde, tanıştığın her seni insan eski kötülerini kovamayacak ki. dahası aşağıdaki kötüler yeni gelenleri etkileyecek... ben o kötü insanları yoksaymak istiyorum. keşke hiç olmasalardı...
28 July 2010
26 July 2010
Arayı açmak...
Evet, nerede kalmıştık... Türkiye'deki tatilim ile ilgili farklı hayaller kurarken, babaannemi kaybetmenin verdiği şeyle (buraya uygun kelime bulamadım) bambaşka bir düzlemde geçti herşey... evet aynen hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti. fotoğraf çekmek için kullandığım makinama video kamera muamelesi yaptım bolca... çünkü resimler tatmin edemedi beni ve zamanı yakalama sevdamı... dedemle sohbetlerimi ve anılarımı kaydettim bolca... farkettik ki gidenin ardından en güzel anı onunla olan videolarınız... resimler de bir nebze tuz bassa da yaranıza, izlemek istiyor insanoğlu...
döndük dolaştık geldik yine Londra'ya... her gidiş ve dönüşün barındırdığı "bundan sonra"larla başlayan bol başlangıç cümleleri kazıdım kafama... bakalım ne kadarını başaralabileceğim.
bu aralar gündem yoğun tabi 21 ağustos'da çıkmak zorunda olduğum bir evim beni yeni bir barınak arayışına itiyor haliyle... acılı edebiyat oldu burası... neyse gece gece bu kadar kanırtmasam iyi olacak. masam hala dağınık, yapılması gidilmesi gereken yerlerin broşürleri ile dolu, mektup yazacağım insanların adresleri de önümde...
karar verdim pub'ı da bırakıcam, bardağı taşıran damlalar beni yoruyor artık... sanırım başka iş arayışlarına da başlamam gerek... bir yandan da tez için çalışmam gerek, teknik olarak 9 haftalık bir sürecin içindeyim ve gün başına 459 kelime yazarak 20000 kelimelik tez için iş dağılımını insanı bir şekilde gerçekleştirebilirim ama ah o tembellik...
ey hayat yapacak ne çok şeyim var değil mi? seni seviyorum ama yine de, sunduğun renkler, gösterdiğin yüzler ve atraksiyonların için...
b.
döndük dolaştık geldik yine Londra'ya... her gidiş ve dönüşün barındırdığı "bundan sonra"larla başlayan bol başlangıç cümleleri kazıdım kafama... bakalım ne kadarını başaralabileceğim.
bu aralar gündem yoğun tabi 21 ağustos'da çıkmak zorunda olduğum bir evim beni yeni bir barınak arayışına itiyor haliyle... acılı edebiyat oldu burası... neyse gece gece bu kadar kanırtmasam iyi olacak. masam hala dağınık, yapılması gidilmesi gereken yerlerin broşürleri ile dolu, mektup yazacağım insanların adresleri de önümde...
karar verdim pub'ı da bırakıcam, bardağı taşıran damlalar beni yoruyor artık... sanırım başka iş arayışlarına da başlamam gerek... bir yandan da tez için çalışmam gerek, teknik olarak 9 haftalık bir sürecin içindeyim ve gün başına 459 kelime yazarak 20000 kelimelik tez için iş dağılımını insanı bir şekilde gerçekleştirebilirim ama ah o tembellik...
ey hayat yapacak ne çok şeyim var değil mi? seni seviyorum ama yine de, sunduğun renkler, gösterdiğin yüzler ve atraksiyonların için...
b.
02 July 2010
Nedir bu?
Öncelikle ricamı kırmayıp babaannemi ve dedemi, mutlu bir şekilde hatırlamama yardımcı olacak bu çizimi ile yazımı renklendiren Ahmet Coka'ya teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Ölüm insana gerçek gelemiyor işte... Gidenin uzaklara gitmesi ve sanki bir gün geri gelecekmiş hissini konduruyor kalplere. En son 2009'u uğurlayıp 2010'a girerken görmüştüm onu. sonra hasret kuşu serimize Londra'dan devam ederken nisan ayının başında rüyamda babaannemin bana BEN GİDİYORUM demesi ile irkilmiştim. işte meğerse o zaman vedalaşabilmiş meğerse benimle. 14 haziran'da verilen son nefesi 3 gün daha ileriye alabilseydim belki bir kez daha elinden tutup öpebilecektim ama işte hepsi boş, hepsi laf...
Acınızın başkaları üzerinden size etkilerini çok net görebiliyorsunuz. Dedemin üzüntüsüne, babamın üzüntüsüne de üzüldüğümü farkediyorum. Dedeciğim 68 yıllık hayat arkadaşını yitirmenin hüznünü yaşarken, babam da annesinin gidişine BURNUM SIZLIYOR ACIDAN diyerek veryansın ediyor.
Ben ise sadece rahmetli babaannem gibi NEDİR BU diyorum...
Subscribe to:
Posts (Atom)