30 November 2009

+ + + + + hadi lütfennn...

İyi miyim değil miyim ben bilmez oldum buralarda... Neyse şaka gibi ama 21 Kasım itibariyle bir evim oldu artık şu Londra'da... Hem de inanılmayacak şekilde merkezi, metronun dibinde, boşuna dememişler kırmızıdan cayma diye... yok öyle birşey tabi kırmızıdan caymamayı ben uydurdum ama kırmızı güzel renk doğrusu... öff renkle menkle alakası yok konunun aslında geldiğimden beri en büyük dert kalemi olan ev meselemiz çözülmüş olsa da çilem dolmadı dolamadı... Evimizde Londra'da çok normal algılanan böcek sorunu da varmış meğer... Neşe'nin kepek sorunu oldu mu bana Lifetrainee'nin hamamböceği sorunu... anlatacak o kadar çok şey var ki, teknik olarak olayların üzerinden bir hafta geçmiş gibi görünse de her anım o kadar heyecan dolu ki kalp hastası olsam heyecandan gitmiştim vesselam... haa tabi bir yandan öğrenci olduğumu hatırlatan ödevler ve sınavlar için son 2 haftamın kalmış olması dinamit ipinin ateşlendiği anlamına gelebilir. Evimde internet olmayışı da tuzu biberi... Zannedilmesin ki çabalamıyorum, direnmiyorum... Ama biri benimle dalga geçiyor heralde...Tam pes edeceğim bu son dediğim anda iş çözülüyor ama yaşadıklarım, o sıkıntılar, lütfen lütfen artık bitsin... uzun uzun yazamıyorum aşağıdaki wafflecının internetini kaçak sömürdüğümden tırsıyorum da öff yaa yan komşu emilia'ya internetini kullanabilir miyim diye gitim sordum bana aşağıdaki wafflecının internet şifresini verdi... hiç yoktan iyi değil mi? ben işleri düzgün yapayım diyorum sistem beni kaçağa itiyor, ben daha ne yapabilirim... keyfim yok neşem yok üstelik bir de nezle oldum, domuz gribi değilim neyseki... iyi dileklere ve pozitif enerjiye ihtiyacım var lütfen...

21 November 2009

Yan odamdaki taylandlı..

Yat, horla, kalk, işe, yat horla, kalk, işe... adamın hayatı loop ya... deli olucam. horrrrrrr horrr mağarada yanına fener yerine bunu alsan ne yarasa kalır ne dağ ne taş, aydınlanır kalırsın dostum...zaten buzdolabını soyalı bilimum içecekle doldurup, hattori hanzo kılıcı benzeri çatal kaşıkla beslenen, bulaşık yıkamayı bilmeyen, hele tuvalet adabından nasibini almamış bu taylandlıya acaip sinirliyim...öküzella yaa...

20 November 2009

Marmite Cheddar Bites.. to be tried :)

Malum underground takılırken bir sürü reklama maruz kalıyorsun, kimisi iştah açıp ilgini cezbediyor... Sevgili kader arkadaşımın dikkatini çeken bu reklam afişini ve ürünü bulmanın gururuyla deneyeceğimiz günü iple çekiyorum...



18 November 2009

Google buna kısaca iPhone diye başlık atmama izin vermedi o yüzden ben de uzun uzun yazdım işte...


Şu Apple gerçekten favori markam...ısırılmış elmadan bir parça da ben alayım diyorsun ve huu huu elmanın içindesin kardeşim. Neyse reklam kokan hareketlerden kaçınmak dürtüsüyle Apple hakkında yazmamın sebebi gözüme gözüme sokulan imgeleri. Sayın Apple madem ki markalarına sahip çıkacaksın hepsine sahip çık kardeşim. iPhone'u benimseyip geride bıraktığın MacBook'ları düşün lütfen. Arkadaşdan mail gelmiş, mailin altında "Sent from my iPhone" yazıyor. Çok kıskanıyorum... o zaman ben de her email attığımda ya da bir yazı yayınladığımda "Sent from my MacBook" yazsın yaw, bana ne, ezikleniyorum işte :(

15 November 2009

Şaka gibi dostum anlatsam inanmazsın...

Hahahah gerçekten şaka gibi, anlatsam cidden inanmazsın ama dur bak dinle neler oldu, dünden bugüne...
Durum belli, evimiz yok odamız yok homeless olacağız. En kötüsü dedik bizi hostel paklar, neyse...Dün gece itibariyle çok sevgili kader arkadaşım ile birlikte internette harıl harıl ev/oda veya yaşama alanı ararken şu anda kaldığımız evde sahip olduğumuz 2 odadan birine taşınacak kızın geleceğim deyip gelmemesine içerlemekle meşguldük. Diğer odamızı kiralayan çok sevgili aşık türk kızı haftalar öncesinden gelip bizim kaldığımız odalardan birine Meksika'dan gelecek erkek arkadaşı için talip olmuştu. Biz de kıza " bu ne aşk yaw küçük bey kendisi gelemiyor mu odasına bakmaya?" dediğimizde "yok yok onun vakti yok ben hallediyorum" diye aşkın gülücüklerinden saçmakla meşguldü etrafa. (şimdi yanlış anlaşılma olmasın ben londradayım ama burada çok türk olduğu için karakterlerimiz yerli malı olabiliyor, problem olmaz değil mi :)
Ha bu arada biz de kendisine kıyak yapıp pazar günü boşaltmamız gereken odayı cumartesi akşamı (akşam kelimesi altı çizili dikkat) teslim edebileceğimizi söylemiştik. Çünkü Meksikalı beyimiz ucuz uçak biletini cumartesiye bulmuş, erken gelecekmiş. Tamam dedik eyvallah. Ama insanlara yüz verdin mi astarını da istiyorlar cidden. Tabi bir de biz cumartesi akşamı odayı boşaltabiliriz dediğimizde tutmayı planladığımız şahane evimize taşınacağımızın şahane neşesiyle herşeye evet der durumdaydık. Nereden bilebilirdik ki herşeyin altüst olacağını.
Neyse bu kız cumartesi öğlen 12'de elinde bir takım eşyalarla çıkageldi. (yerli malı dedim zaman kavramından haberi yok pek)
Odada biz varken içeri dalmak suretiyle "ben akşam için odayı hazırlamak istiyorum" dedi.
Evet biz de akşam odayı boşaltacağımızı söylemiştik dedik.
Baktık kız ısrarcı, eşyaları bırak bari sonra gel çünkü biz toparlanamadık daha diye 5'e kadar vakit istedik. (Tamam itiraf ediyorum, meraklı gözlerle ulan odanın nesini hazırlıycak acaba diye torbalara gözümü iliştirdim, mumlar falan filan, uzun zaman sonrası ateşli sevişme veya kavuşma anı için gerekli donanım sağlanmıştı sanırım ihihihi)
Tamam dedi ben gidiyorum havaalanına gidip onu alıp geleceğim 3 gibi geliriz, mutfakta otururuz bekleriz dedi. (Tabi aşık garibim ne etsin) Biz de haliyle epey sinirlendik, bu kadar emri vaki yapılmaz ki canım ham hum şaraloplar homurdanmalar neyse, tabi bu arada biz de pazar bu evde kalamayacağımız için kendimize bir yer bulmak derdinde birileriyle sözleşip olası odaları görmeye gideceğiz. Gitmeden öncede kader arkidişimin kaldığı single odayı derledik topladık benim odaya taşıdık, etraf valiz dolu, alt alta üst üsteyiz... Kız gelir diye de anahtarları oda kapısının üzerinde bıraktık ve evden çıııkkktıııkkk...
Kalalım diye görmeye gittiğimiz evler çok leşti, her ne kadar çaresiz kalmış olsak da yok dedik bu koşullarda yaşanmaz, otele gidelim, neyse parası verelim, hieeeyytt ulan yetti beaa diye çığrındık. Eve dönerken yol üzerindeki hintli bakkala uğrayıp (bakkal diyorum market ama kasadaki eleman serçe parmağındaki altın yüzüğüyle bakkal amca edasında) biralandıktan sonra eve geldik. Baktık ortalık sakin, kimseler yok. Zaman işledi gelen giden yok. Ulan dedik hem bizi acele ettirdin hem de gelmedin diye de bela okumakla ve beddua etmekle meşgulüz.
Ben de diyorum ki " yaw birşey olsa da bari şu oda boş kalsa, meksikalı gelemese, biz de bir süre daha burada kalsak, sonra haftaya pazar bir yer bulduk zaten oraya gitsek..."
gece 2 oldu gelen giden kimse yok.
sabah saat 10 tak tak tak kapı yumruklanıyor. Ahanda diye yataktan fırladım, fosforlu ceketli çekik gözlü bir adam. Polis zannedip, tepeme dikilen saçları yatıştırmaya çalışırken kapıdakinin hello demekten aciz ingilizce bilemeyen biri olduğunu gördüm. (ay diyeceksin çekik gözlü polisin londra'da işi ne, kusura bakma canım pazar sabahının köründe daha mantıklı fantezi kuramadım ahah) meğer buncağız bizim kaldığımız double odayı tutan kişiymiş ve odaya hemen taşınmak istiyormuş. Ay dedim zıçıyoruz galiba biz daha toparlanmadık artı uyuyoruz be mübarek. Otelde bile check in saati 12'dir sen gelmişsin sabahın onundaaa.... adam da konuşamıyor ki, 5'de gel kardeş biz o zamana ancak gideriz dedim anladığından emin olmayarak.
Çekik gözlü elemanın telaşını atlattıktan sonra aşık türk kızı ve meksikalı çocuğun sabah itibariyle halen daha gelmemiş olduğunu gördük. Oha dedik ama bu kadarı da pes, hem sıkıştır acele ettir sonra da gelme... Dülülülü dülülülü telefooonnn (telefonum bu kadar amele çalmışyor :) ev sahibimiz arıyor, işte tüm yazının kilitleneceği kısım; (ev sahibimiz de türk :)
ev sahibi: canım günaydın noldu biliyor musun?
Lifetrainee: bilmiyorum ama kız ve meksikalı hala gelmedi, çekik gözlü eleman buradaydı gönderim 5 de gelecek biz de bir an önce hostele gideceğiz.
ev sahibi: sanırım gitmenize gerek kalmadı çünkü meksikalı çocuk sınırdışı edilip ilk uçakla ülkesine gönderilmiş.
Lifetraine: höö hiii nassı şakaa ciddi misin niyeeeaaa :)
ev sahibi: bilmiyorum ama almamışlar kız zırıl zırıl ağlıyordu, tüm gece havaalanında beklemiş tanıdıkları sokmuş araya yok almamışlar meksikalıyı göndermişler, siz o odada kalabilirsiniz.
İŞTE O SESLE YANKILANDI SİZ O ODADA KALABİLİRSİNİZ....
şimdilik mutlu son, beni izleyin anacığım diyor, allaha bir kez daha şükrediyorum :)

Çünkü efendim kısaca özetlemek gerekirse burada işler şöyle işliyor, oda kiralıyorsun ama kiralamadan önce 2 haftalık depozito veriyorsun. Dediğim gibi burada tüm ödemeler hafta üzerinden olduğundan

14 November 2009

How to find a place to stay in 18 hours?


Şu an itibariyle Londra homeless nüfusuna +2 eklenmesine 18 saat kalmıştır. İşbu yazı ile yepyeni bir maceraya adım atacak olan lifetrainee ve yoldaşına lütfen bol şans dileyin. Evimiz yok, bir göz odamız vardı o da yok. Daha ne diyeyim :(

Terapi 1: Bu şarkı sürekli dinlenecek... I'm feeling Good - Nina Simone

İşaretler ve dönemeçler

İyi gitmediğini göre göre devam etmeli midir insan? Yoksa yol yakınken dönmeli midir? Herşey ters gidiyorsa eğer durup düşünmeli midir? Evet bir karar anı söz konusu... Bunalım ya da gerileme ya da duraklama ne dersen de ama bu süreç bitmelidir. Bir işi asla yarım bırakmayan biri yol yakınken dönmeli mi? Ev işi patladı, belki de iyi oldu 18 ay kontrat için bu salaklığa katlanmak zorunda kalacak olmak... ama şimdi evsiziz, pazar günü taşınacak olmamız ve hala kalacak yer bulamayışımız. evet evet ben de öyle diyorum: "Allah'dan ümit kesilmez". hıı hıı efet... kötüyüm, mutsuzum, enerjim yok, yediğim çikolatalar bile beni kurtaramaz, please press 9...

11 November 2009

What's next?

Evet geldim geleli bir ağız tadıyla yazamadım. Hep çalakalem yazılmış irili ufaklı yazılara yer verdim. Şimdi gerçek drama zamanı. Karşınızda yüzyılın Drama Queen'i nam-ı diğer Lifetraineeee...
Alkışlardan sonra sadete gelmek gerekirse şu Londra'ya geldim geleli herşey mi ters gider, herşeyde mi aksilik olur... Kendimi polyana diye bilirdim ama artık olayları pozitife çevirecek senaryolarım kalmadı. Ama stepne hala sağlam en azından.
Neyse nereden başlasam. Geldik, dk 1 kalacağımızı sandığımız elimizdeki adrese gittiğimizde "yoo hayır burada yer yok kalamazsınız" şokundan sonra kalacağımız odaların olduğu evimizin önünde sevimli küçük fındık fareleri ile karşılanmak, evin tuvaletinde yetişen mantarları görmek (hayatımda ilk defa evin içinde duvardan çıkan mantar gördüm), bahçemizde ısırgan otlarının (ki bayılırım ısırgan otlu böreğe ve kavurmasına bu iyi kısımdı) ve boy boy sülüklerin olması (bahçe bu canım herşey olur) sonrasında kaldığımız yerden okula ulaşmamızın oldukça uzun ve meşakkatli olması, ev arkadaşlarımızın domuzötesi ingilizler olmaları, vs. bu liste uzar ama uzatmayacağım...
Tamam dedik adım adım ilerleyelim, önce kendimize adam gibi bir ev bulalım, bizim olsun içimiz huzur dolsun dedik.
Düştük en yakın arkadaşımla yollara, elimizde tube map, oraya mı gidelim buraya mı gidelim. Deneyelim her yeri, yerinde görelim...
Bu anlamda introduction to London kısmına turistik yerlerden önce yerel mahallelerden başlamış olduk. Big Ben'i göremeden ne mahalleler gördüm ah ahh :)
neyse efendim internette bulduğumuz sahte ev ilanlarındaki dolandırılma girişimlerimizden sonra, sağlam olsun biz emlakçıya gidelim, parası neyse verelim başımız ağrımasına geldik. O emlakçı benim bu emlakçı senin derken karşımıza "BlackKatz" çıktı.
Çok sevgili arkadaşım kedi manyağı olduğu için logolarının cazibesine kapıldı, açıkçası hayatımda gördüğüm en sevimli emlakçı logosu. Diğer emlakçıların aksine hem kiralık hem satılık evlerle değil sadece kiralık evlerle ilgileniyorlar. İşte biz de tam bu yüzden işlerine odaklanmış olmalarının bizi nihai evimize götüreceği hissine daha bir inandık. Velhasıl sonunda o aradığımız 2 double bed evimizi bulduk, ama 15 Kasım'da taşınabileceğimiz söylendiğinden başladık beklemeye. Haa tabi bize evi gösteren kişinin Türk olması, bize ekstra yardımcı olmaya çalışması da bizi acaip motive etmişti. (Unutmadan burada o kadar çok Türk var ki konuşmanıza her yerde dikkat etmeniz gerekiyor, dedikodu yapayım derken şapa oturabiliyorsunuz. Mesela bizim emlakçımız da pek Türk tipi yoktu, hele bir de müthiş ötesi aksanla ingilizce konuşmasını duyunca tamam diyorsun bu Türk olamaz ama ne yazık ki Türk çıktı. rezil olmaktan kıl payı kurtulduğumuzu söylemeliyim.)
Tamam karar verildi, evi tutacağız. What's next? dedik. Biz UK vatandaşı olmadığımızdan önümüze 2 opsiyon sunuldu, ya kendinize kefil bulun ya da 6 aylık kirayı önceden ödeyin.
Çok önemli bir not daha Londra'da tüm ödemeler haftalık. Ev kiralarında aylık değil haftalık ücretler konuşuluyor. Yok eğer ücretleri aylık birimde düşünmek isterseniz bir haftalık birim ücretini 4 ile çarpmak yerine 4,33 ile çarpıyorsunuz. Haftalık-aylık dönüşüm detayı ile ilgilenenler şuraya bir göz atabilir. Bu adamlar her şekilde insan sömürmeyi biliyorlar, zenginlikleri buradan kaynaklanıyor. Yakında İstanbul'daki ev sahipleri de uyanıp bu sisteme geçerse hiç şaşmayın.
Tabi öncesinde ev için biçilmiş baz bir fiyat oluyor. Siz bu değerin altına inmemek ve tabi yükseltmek kaydıyla ev için biçtiğiniz değeri emlakçıya teslim ediyorsunuz. Onlar ev sahibini arıyor, onay alıyorlar ve size dönüyorlar. Bu durumda biz haftalık £300 olarak teklifimizi verdik ama ev sahiplerimiz bunu az bulduklarını söyleyince biz de kontrat tarihini 1 yıldan 18 aya çıkaracağımızı söyledik. Hayır efendim yetmez dediler £305 olursa olur dediler. Tamam dedik tamam yetsin artık. Oh be ev bizim diyemedik daha niye mi? okuyunnnn okuuyuuun...
Bu işlem basamağından sonra 6 haftalık depozitoyu aynen teslim aldılar.
Sıra geldi ya kefil ya 6 aylık kira ödemesine. Biz düşündük aradık taradık. UK vatandaşı olmuş bir Türk tanıdığımızı kefil gösterelim dedik. Ne gerekiyor bunun için, adamın
£50000 yıllık geliri olduğunu gösteren banka mektubu. (INCOME üzerinden konuşuyoruz) Tamam bu işlemi de hallettik tüm evrakları teslim ettik, oh be rahatız, şaylaylom modunda deerken salı günü yani dün emlakçı kızdan bir telefon.
Emlakçı: Sizin kefilin profiti sizi afford etmeye yetersiz?
Ben: Pardon ne diyorsun sen? baştan beri income dediniz, şimdi bu profit nereden çıktı. income ve profit aynı şey değil. şimdi kalkmış bana profit diyorsun. Bulllshiiiittttttttttt.....
emlakçı: ya kefil bulun ya 6 aylık parayı ödeyin
.... işte error verdiğim andır. sinirden ağlamaya başladım yeter ulan yetti beaa diye... haa bu arada hala bankada hesap açtırmayı başaramadığımızdan valiz bankacılığı ve kredi kartı yöntemiyle hayatımızı sürdürüyoruz. kaldı ki hesabımız olsa bile uluslararası para transferinin hesaba geçmesi 3 gün alıyormuş.
her neyse, bir hışım ve sinir ile yağmurlu ve kasvetli bir Londra öğleden sonrasında vurduk kendimizi yollara. Face to face... Uzun uzun bir sohbetten sonra, dedik ki bize başta income dediniz profit demediniz, biz paramızı geri istiyoruz. bizi mağdur ettiniz. bu ne biçim iş. ok dediler sizi arayacağız.
bunun üzerine hadi dedik içelim. belki bu bir işarettir buradan gitmemiz gerekiyordur. hollandaya gidelim, biz en iyisi içelim ama önce yemek yiyelim. yemek yerken kader arkadaşıma dedim ki ister misin ev sahibi durumu öğrenince ne kefil ne 6 aylık kira istemiyorum desin, bizi alsın. derken bir telefon... emlakçı kız....
ev sahibimize durumu aktarmışlar. adamcağız da cuma günü bizimle yüzyüze görüşüp kendi karar vermek istemiş. bize güvenirse şayet ne kefil ne 6 aylık kira istemeyecek, buyrun welcome on board diyecek. şimdi biz de cuma günkü görüşmeye kitlendik. sakın kötü kötü düşünmeyin, 2 kız olarak bakalım gay olduğunu öğrendiğimiz ev sahiplerimizi nasıl ikna edeceğiz?
Haa bu arada işin vahimi eğer bu pazar günü yeni evimize taşınamazsak, şu anda kaldığımız odalar başkasına kiralandığından kalacak yerimiz olmadığını belirtir hörmetlerimi sunarım.
Hadi bakalım what's next?

Kriz anında pimi çekiniz...


O rengarenk paketlerin içinde şeffaf ambalaj üzerinde "Love me, unwrap me, eat me" yazılarını görünce tepkisiz kalamıyorsunuz haliyle. Çikolata nasıl pazarlanır diye merak edenler resmin içine girsin :)

04 November 2009

Kırmızı zincirli bisiklet


Hiç arabam olmadı ama bisikletlerim oldu. Araba kullanmak da keyiflidir muhakkak ama bisikletin yerini tutamaz diye düşünüyorum. Bisiklet üzerindeyken kendini yolun bir parçası gibi hissedip doğa ile bütünleşmek...Gördüğüm her bisiklet beni çok etkiliyor. Bu resimdeki de Liverpool'da gördüğüm kırmızı zincirli bisiklet... Çooook güzel..

Math Tricks

Bu internet niye ben ilkokuldayken yoktu yaa... Çarpım tablosuna az kafa patlatmamıştık hani. Ama bu video süper... Çarpım tablosunda herkesin zorlandığı 9lara süper bir yöntem...