Life Trainee
Life Trainee için aranan özellikler;dünya vatandaşı olmak ve atraksiyona inanmak...
05 July 2015
Bu şarkı aldı götürdü beni...
Bu şarkıyı ilk Lucy Prebble'ın The Effect oyununun sonunda dinlemiştim. Ve tabi ki tipik özelliğim olan, bir şarkıyı on yüz milyon kere tekrara alıp dinleme sayesinde damarlarımda alt yazı olarak şarkının sözlerini hissetmeye başlamıştım.
Nereden döndüm ben şimdi buraya? Bu bembeyaz sayfalara dökecek çokça şey var anlayacağın üzere. Hadi iyi bir kaç şey yazayım da, okuyan biri çıksın bana yorum yapsın. Yalnız değilsin desin. Beklediğim ilgiyi ve şevkati göstersin. Ne iyi olur değil mi?
Hayatta bir sonuca vardıramadığınız anları düşünün bir. Hani ne ileri ne de geri gidemediğiniz. İçinizdeki iyiyi ve kötüyü çarpıştırdığınız. Durup dururken çöp tenekesine bile bakarken gözyaşlarınıza hakim olamadığınız ama soğan doğrarken kahkahalara boğulduğunuz. Çiçeklerinize garip isimler verdiğiniz salonunuzda, çayınızı yudumlarken gözlerini hayal ettiğiniz... Ailenize cephe alıp uzaklaştığınız ama sonra onları kaybedeceğinizi düşünüp pişman olduğunuz. Şu olmaz olası akıllı telefonu elinize alıp, en son görülme zamanı ile kendinize pay çıkardığınız. Anlatamadım değil mi? Biliyordum, yazmak da zor. Sabır diyorlar, hayırlısı diyorlar... RAHAT OL diyorlar. Deniyoruz bakalım ne de olsa denemeye inananlardanız.
Yazacağım umarım... özlemişim.
10 January 2013
So tell the girls that I'm back in town....
Yaw ben gittim, neler değişmiş! Resmen oryantasyona ihtiyacım var gibi hissettim, yenilenen blog dünyasında eskiden kalma yerimdeki tozları silebilmek için.
Hadi yeni yıl ya, onunla birlikte yeni umutlar yeni arayışlarla dökeyim içimi sana...
En son Mart 2012'de yazdığıma göre, ağzımdaki türkü değişmemiş hala...
Diyor ki"niye döndüm istanbul'a"...
Ah ben sıkıldım ama,
Bitsin bu senfoni tez zamanda.
Formumdan birşey kaybetmemiş gibi duruyorum değil mi? Ama ilginç olaylar ve atraksiyonel gelişmeleri şöyle alt alta sıralamak isterdim buraya. Ne yazık ki hala Neşe'nin kepek problemi varsa benim de kilo problemim devam ediyor. 30 olmadan, versiyon 3 yüklenmeden sisteme, çözsem iyi olacak diyorum bu sorunu. Sonra da muzipçe gülümsüyorum KEEP CALM and CARRY ON EATING sloganıyla çareyi şekerin içinde buluyorum.
Hadi kaytarma işinin başına dön bakalım. Bu yılın yeni kararları arasında, ilginç gelişmeleri bir kağıda yazıp kavanozda biriktirmek sonra da yıl bitiminde okumak. Ama yalnızca iyi ve güzel gelişmeleri yazmak. Ne dersin başarabilir miyim?
Hadi yeni yıl ya, onunla birlikte yeni umutlar yeni arayışlarla dökeyim içimi sana...
En son Mart 2012'de yazdığıma göre, ağzımdaki türkü değişmemiş hala...
Diyor ki"niye döndüm istanbul'a"...
Ah ben sıkıldım ama,
Bitsin bu senfoni tez zamanda.
Formumdan birşey kaybetmemiş gibi duruyorum değil mi? Ama ilginç olaylar ve atraksiyonel gelişmeleri şöyle alt alta sıralamak isterdim buraya. Ne yazık ki hala Neşe'nin kepek problemi varsa benim de kilo problemim devam ediyor. 30 olmadan, versiyon 3 yüklenmeden sisteme, çözsem iyi olacak diyorum bu sorunu. Sonra da muzipçe gülümsüyorum KEEP CALM and CARRY ON EATING sloganıyla çareyi şekerin içinde buluyorum.
Hadi kaytarma işinin başına dön bakalım. Bu yılın yeni kararları arasında, ilginç gelişmeleri bir kağıda yazıp kavanozda biriktirmek sonra da yıl bitiminde okumak. Ama yalnızca iyi ve güzel gelişmeleri yazmak. Ne dersin başarabilir miyim?
20 March 2012
Houston Dünya'dan çok uzaklaştım, göstergelerim de çalışmıyor, kurbanın olam merkeze çağır beni Houston!
hoooppp hoopp Houston sana diyorum, yaw bak neredeyse bir yıl olmuş, tarihin tozlu yapraklarından bir sayfa kıvamında hapşuu hapşuuu derken laptoplara silecek mi silgeç mi her ne haltsa yapılmadığını farketmemle Dünya'nın çizgi çizgi olmadığını ve gaz ve toz bulutundan ziyade bulut sistemlerle her an her yerde elimin altında olabileceğini anladım. ne dedim şimdi ben anladın mı?
ah anlamadın değil mi? ne tesadüf ki ben de beni anlamadım. bu ani ve anlamsız dönüşü neye borçlu olduğunu merak etmekte isen bunu sevgili Dudu ve Absalom'a borçlu olduğunun ehemmiyet ve mühimmiyetle altını çizerim. sen aylarca yazma sonra bir gece ansızın tekrar gir hayatıma.
.....
drama kapsamında döndüm ben yine istanbul'a, gönlüm londra'da kalmış olsa da...
ah bu hayat alır adamı koyar buraya
geçen hafta st. patrick's gününü taksim'de kutlamak da varmış kaderde!
ya işte aslında ben istemedim gelmeyi dönmeyi tekrar istanbul'a yerleşmeyi ama şartlar bunu gerektirdi.... detay ayrıntı çok gibi olsa da aslında hepsi aman vırvır kıvır kıvır kıvamında şehirli insan aldatmacaları işte... çalışıyorum yine kendi halimde yok biraz it gibi bu defa, zor yani aslında ama sebepsiz mutluluk topakları var elimde. mutluyum yani ama bunun sebebi ne bir sevgilim oluşu ki o da yok ne de elle tutulur sunabileceğim geçerli bir ürünümün olması değil. yani sebepsiz mutluluk hali diyelim! hayırlısı değil mi?
biraz gizem yarattım onca zaman sonra, ama döneceğim 5 dkkaya, hoşgeldim mi acaba aranıza?
ah anlamadın değil mi? ne tesadüf ki ben de beni anlamadım. bu ani ve anlamsız dönüşü neye borçlu olduğunu merak etmekte isen bunu sevgili Dudu ve Absalom'a borçlu olduğunun ehemmiyet ve mühimmiyetle altını çizerim. sen aylarca yazma sonra bir gece ansızın tekrar gir hayatıma.
.....
drama kapsamında döndüm ben yine istanbul'a, gönlüm londra'da kalmış olsa da...
ah bu hayat alır adamı koyar buraya
geçen hafta st. patrick's gününü taksim'de kutlamak da varmış kaderde!
ya işte aslında ben istemedim gelmeyi dönmeyi tekrar istanbul'a yerleşmeyi ama şartlar bunu gerektirdi.... detay ayrıntı çok gibi olsa da aslında hepsi aman vırvır kıvır kıvır kıvamında şehirli insan aldatmacaları işte... çalışıyorum yine kendi halimde yok biraz it gibi bu defa, zor yani aslında ama sebepsiz mutluluk topakları var elimde. mutluyum yani ama bunun sebebi ne bir sevgilim oluşu ki o da yok ne de elle tutulur sunabileceğim geçerli bir ürünümün olması değil. yani sebepsiz mutluluk hali diyelim! hayırlısı değil mi?
biraz gizem yarattım onca zaman sonra, ama döneceğim 5 dkkaya, hoşgeldim mi acaba aranıza?
10 June 2011
Tarihte Bugün...
Beni tanıyanlar için on yüz milyonuncu baskısını dinlemekten sıkıldıkları gerçekten çok atraksiyonel bir hikayem vardır. Benim hakkımdaki en ayırt edici hikaye olduğunu söylesem abartmış olmam. Hollanda ve balkon kazası desem oldukça yeterlidir. İşte bugün o olayın 6. yıldönümü... Ne salakça değil mi? 6 sene önce bugün bir süre hafızamı kaybetmemi sağlayan ve acıya dair ne varsa beynim tarafından itina ile silinmiş bu kazanın doğumgünü... Klişelerle dolu bir hikaye tabi. Hani bir kitap okudum ve tüm hayatım değişti kafasının "abi bu kaza ile herşey değişti" kafasına döndüğü normal sıradan bir insanım işte bende. Erkeklerin askerlik anılarına özendiğimden midir nedir, benim için bu hikaye ve her bir detayı "torunlarıma anlatacağım hikayeler ansiklopedisi" nin başyapıtıdır desem abartı olmaz... tabi madem geçmişe yolculuğa çıktık yarının, bu sene 27 ocak'da kaybettiğim dedemin de doğumgünü olmasını bahsetmeden edemeyeceğim. Geçen sene bu vakitlerde bünyemde, dedeme ulaştırmaya çalıştığımız 96 yazılı doğumgünü kartının ulaşma heyecanı varken bu sene ise garip bir boşluk var içimde... Yine geçen sene dedemin doğumgününden 3 gün sonra kaybettiğimiz babaannem ile yıkılmıştı dedem. 67 senelik hayat arkadaşını kaybetmenin hüznü, o olumlu mutlu adamı hayattan uzaklaştırdı resmen. Evet nerde o eski bayramlar tadında "nerede o eski sevgiler, aşklar" diyeceğim anılarımın baş kahramanı sevgili dedemi ve babannemi bu yazı ile anmak istedim. Sizi çok özlüyorum bilesiniz... benim tontonlarım...
08 June 2011
03 June 2011
My Strangers Vol. 3
Uyruk: Hindistan
İsim: Aparna
Şehir/Ülke: Londra/İngiltere
Tarih: 20 Mayıs 2011
Zaman: 30 dk
Hikaye: Çok beklediğim hollanda vizesini almak için soho'daki küçücük fıçıcık ama içi dolu turşucuk şeklindeki parkı hızlı hızlı yürüyoruz. unutmadan yanımda haftasonu için istanbuldan gelmiş çok yakın arkadaşım da var. sabahtan onun mba planları için görüştüğümüz okul işini halletmenin rahatlığıyla birazcık uzun ve karmaşık görünen sırada yerimizi alıyoruz. ben heyecandan bir an önce bu angaryadan kurtulmak istiyorum. önümdeki kızla bir an göz göze geliyoruz ve gülümsüyorum... tabi onun gülümsemesi benimkini bastıracak cinsten; içten ve sıcacık... "başvuru mu yoksa evrakları teslim almak için mi" diyorum. o'da benim gibi pasaportunu almaya gelenlerden. ama sanki bu soru anını bekliyormuşcasına başlıyor kelimeleri sıralamaya... "aslında amerika'ya gideceğini ama dönüşte ispanya üzerinden londra'ya döneceği için her hangi bir schengen vizesi alabilmek için hollanda'yı tercih ettiğini söylüyor. ispanya konsolosluğunda yangın mı olmuş ne olmuş işlem yapamayacakları için ona hollanda üzerinden almasını söylemişler. ama sesi o kadar sıkkın ki, onu çok iyi anladığımı söylüyorum bu vize işlerinden o kadar sıkıldığımı ve saçma muamelere maruz kalmaktan bıktığımı anlatıyorum. "aynen" diyor :) vizezedeler olarak ortak sıkıntı sebebiyle muhabbet aralanıyor... inşaat mühendisi olduğunu iş değiştireceğini söylüyor... ben de iş arıyorum diyorum... amerika dönüşünde kendi şirketi için cv'mi göndermemi söylüyor... telefon, facebook ve email değişimlerimizi gerçekleştirip bir daha görüşmek dileğiyle ayrılıyoruz.
Not: olumlu şeker gibi bir insan... hani görünce sarılma hissiyatı uyandıranlardan
İsim: Aparna
Şehir/Ülke: Londra/İngiltere
Tarih: 20 Mayıs 2011
Zaman: 30 dk
Hikaye: Çok beklediğim hollanda vizesini almak için soho'daki küçücük fıçıcık ama içi dolu turşucuk şeklindeki parkı hızlı hızlı yürüyoruz. unutmadan yanımda haftasonu için istanbuldan gelmiş çok yakın arkadaşım da var. sabahtan onun mba planları için görüştüğümüz okul işini halletmenin rahatlığıyla birazcık uzun ve karmaşık görünen sırada yerimizi alıyoruz. ben heyecandan bir an önce bu angaryadan kurtulmak istiyorum. önümdeki kızla bir an göz göze geliyoruz ve gülümsüyorum... tabi onun gülümsemesi benimkini bastıracak cinsten; içten ve sıcacık... "başvuru mu yoksa evrakları teslim almak için mi" diyorum. o'da benim gibi pasaportunu almaya gelenlerden. ama sanki bu soru anını bekliyormuşcasına başlıyor kelimeleri sıralamaya... "aslında amerika'ya gideceğini ama dönüşte ispanya üzerinden londra'ya döneceği için her hangi bir schengen vizesi alabilmek için hollanda'yı tercih ettiğini söylüyor. ispanya konsolosluğunda yangın mı olmuş ne olmuş işlem yapamayacakları için ona hollanda üzerinden almasını söylemişler. ama sesi o kadar sıkkın ki, onu çok iyi anladığımı söylüyorum bu vize işlerinden o kadar sıkıldığımı ve saçma muamelere maruz kalmaktan bıktığımı anlatıyorum. "aynen" diyor :) vizezedeler olarak ortak sıkıntı sebebiyle muhabbet aralanıyor... inşaat mühendisi olduğunu iş değiştireceğini söylüyor... ben de iş arıyorum diyorum... amerika dönüşünde kendi şirketi için cv'mi göndermemi söylüyor... telefon, facebook ve email değişimlerimizi gerçekleştirip bir daha görüşmek dileğiyle ayrılıyoruz.
Not: olumlu şeker gibi bir insan... hani görünce sarılma hissiyatı uyandıranlardan
23 May 2011
My Strangers Vol. 2
Uyruk: İngiliz
İsim: Bayan X
Şehir/Ülke: Bedford/İngiltere
Tarih: 22 Mayıs 2011
Zaman: 10 dk
Hikaye: Dönüş yolundayım pazar günü. İlk defa gitmiş olduğum bir yerin tren istasyonunda beklemekteyim. Pazar günü tenhalığı var ortalıkta. Ekranda belirtilen tren ile istasyonda bekleyen trenin benim trenim olmasından emin olmak için kendime ortak arıyorum. İşte tam o sırada benimle aynı durumda olan bu bayan ile birbirimize gülümsüyoruz. Bu tarz gülümsemeler hep olası muhabbet öncesi girizgah niteliği taşır. Aslında bir bakıma da izin alma biçimidir. Sorumuzun ortak olması bizi aynı şekilde hareket etmeye sevk ediyor, birlikte en öndeki vagonun üzerindeki yazıyı okumak için platformda yürüyoruz. Sonunda doğru tren olduğuna kanaat getirdikten sonra ilk defa trene bindiğini söylüyor 50'li yaşlardaki kızıl saçlı, gözlüklü, orta boylu kadın. Gülümsemesi telaşlı. St. Albans'da inmesi gerektiğini tesadüfen geçen görevliye de söyleyerek doğru trene bindiğinden iyice emin olmak istiyor. Beraber vagona giriyoruz. Aramızda bir boşluk bırakacak şekilde 3 kişilik bir koltukta yanyana sayılırız. Pazar gününün ne kadar tenha olduğundan ve havanın rüzgarlı oluşundan konuşuyoruz. Tam havadan sudan muhabbeti. Derken ben buraya gezmek için mi geldiğini soruyorum.
Bayan X: Hapishanedeki oğlumu ziyarete geldim. 5 aydır onu göremiyordum. En son yerini değiştirdiklerinden beri onu görememiştim. telefonla konuşuyordum ama görmek gibi olmuyor. Gördüm ve çok rahatladım. Aslında erkek kardeşi de gelecekti benimle ama onun gitmesi gereken bir doğumgünü partisi olduğu için ben yalnız geldim.
LT:(Hapishane lafını duymamla birlikte kafamda tüm negatif görseller canlanıyor bir anda ama her ne olursa olsun kadının normal görünüşü dolayısıyla oğlu hapiste diye onu yargılamamam gerektiği konusunda baskılıyorum kendimi.) ve kısa süre sessiz kaldıktan sonra " ne kadar daha hapishanede kalacak?"
Bayan X: 1 ayı kaldı
LT: Oh çok güzel, iyi haber, sizin adınıza sevindim diyorum.
Ve muhabbetin daha da öteye gidemeyeceğini anlıyorum. Neden sonra tren hareket ettikten sonra sallantının da etkisiyle uykuya dalıyorum. Gözümü açtığımda bayan bana gülümsüyor ve "ben birazdan ineceğim" diyor, "iyi yolculuklar" diyerek birbirimize veda ediyoruz.
Not: Önyargılar yok edilmeli. hayat herkes için herşeyi ile dolu dolu, gümbür gümbür, gürül gürül...
İsim: Bayan X
Şehir/Ülke: Bedford/İngiltere
Tarih: 22 Mayıs 2011
Zaman: 10 dk
Hikaye: Dönüş yolundayım pazar günü. İlk defa gitmiş olduğum bir yerin tren istasyonunda beklemekteyim. Pazar günü tenhalığı var ortalıkta. Ekranda belirtilen tren ile istasyonda bekleyen trenin benim trenim olmasından emin olmak için kendime ortak arıyorum. İşte tam o sırada benimle aynı durumda olan bu bayan ile birbirimize gülümsüyoruz. Bu tarz gülümsemeler hep olası muhabbet öncesi girizgah niteliği taşır. Aslında bir bakıma da izin alma biçimidir. Sorumuzun ortak olması bizi aynı şekilde hareket etmeye sevk ediyor, birlikte en öndeki vagonun üzerindeki yazıyı okumak için platformda yürüyoruz. Sonunda doğru tren olduğuna kanaat getirdikten sonra ilk defa trene bindiğini söylüyor 50'li yaşlardaki kızıl saçlı, gözlüklü, orta boylu kadın. Gülümsemesi telaşlı. St. Albans'da inmesi gerektiğini tesadüfen geçen görevliye de söyleyerek doğru trene bindiğinden iyice emin olmak istiyor. Beraber vagona giriyoruz. Aramızda bir boşluk bırakacak şekilde 3 kişilik bir koltukta yanyana sayılırız. Pazar gününün ne kadar tenha olduğundan ve havanın rüzgarlı oluşundan konuşuyoruz. Tam havadan sudan muhabbeti. Derken ben buraya gezmek için mi geldiğini soruyorum.
Bayan X: Hapishanedeki oğlumu ziyarete geldim. 5 aydır onu göremiyordum. En son yerini değiştirdiklerinden beri onu görememiştim. telefonla konuşuyordum ama görmek gibi olmuyor. Gördüm ve çok rahatladım. Aslında erkek kardeşi de gelecekti benimle ama onun gitmesi gereken bir doğumgünü partisi olduğu için ben yalnız geldim.
LT:(Hapishane lafını duymamla birlikte kafamda tüm negatif görseller canlanıyor bir anda ama her ne olursa olsun kadının normal görünüşü dolayısıyla oğlu hapiste diye onu yargılamamam gerektiği konusunda baskılıyorum kendimi.) ve kısa süre sessiz kaldıktan sonra " ne kadar daha hapishanede kalacak?"
Bayan X: 1 ayı kaldı
LT: Oh çok güzel, iyi haber, sizin adınıza sevindim diyorum.
Ve muhabbetin daha da öteye gidemeyeceğini anlıyorum. Neden sonra tren hareket ettikten sonra sallantının da etkisiyle uykuya dalıyorum. Gözümü açtığımda bayan bana gülümsüyor ve "ben birazdan ineceğim" diyor, "iyi yolculuklar" diyerek birbirimize veda ediyoruz.
Not: Önyargılar yok edilmeli. hayat herkes için herşeyi ile dolu dolu, gümbür gümbür, gürül gürül...
My Strangers Vol. 1
Evet bu fikir aklıma Beatles'ın 'Across the universe' adlı şarkısını dinlerken geldi. Bir şekilde hayatlarımız bir sürü yabancı ile kesişiyor. Kimi sohbetlerde kartlar değiş tokuş ediliyor kimilerinde ise sadece bir gülümseme... İleride bir gün kitap yazmaya niyet edersem, kimbilir, belki bu gerçek yabancılarımı kurgularım. Bu serinin ilk yabancısı gelsin o zaman. Fotoğraf koyabilmeyi çok isterdim ama olaylar kendiliğinden olup biterken "aa 1 dk resminizi çekebilir miyim?" diyemiyorum... resimler kafamda ya da resimler kafanızda ama hikayeler ortada...
Uyruk: İngiliz
İsim: Matthew
Şehir/Ülke: Colchester/İngiltere
Tarih: 22 Mayıs 2011
Zaman: 30 dk
Hikaye: Colchester'da pazar sabahları 9'dan önce otobüs olmadığını öğrenmemi sağlayan bu olay sayesinde tanıştık Matthew ile. "Tren istasyonuna mı gidiyorsun sen de?" diye sordum. Evet yanıtını alınca "bildiğin bir taksi numarası var mı?" sorusu geldi ardından. 9'daki Londra trenine yetişebilmek için pazar sabahının o saatinde kimsenin olmadığı otobüs durağında, tren istasyonuna beraber gidebilmek için fellik fellik taksi numarası aramaya başladık. Yoldan şans eseri geçen bir arabanın üzerindeki taksi numarasını görüp bulunduğumuz yere araba çağırmayı başardık. Arabanın gelmesini beklerken "benim adım Matthew" diyerek elini uzattı. ben de kendimi tanıttım ama eminim ki ismimden birşey anlamadı. Fakat tüm içtenliği ile gülümsemeye devam etti.
LT: "Londra'ya mı gidiyorsun?"
Matthew: Evet, sen?
LT: Bedford. Aslında buradan Bedford'a doğrudan otobüs var fakat 4 saat, ama Londra'dan trenle 1 saat olduğu için böylesi daha mantıklı geldi.
Matthew: Hmm evet mantıklı :) ben de ailemle birlikte rugby maçı izlemeye gidiyorum.
o sırada beklediğimiz araba geldi. Matthew öne ben arka koltuğa yerleştim. İki ingiliz pazar sabahının o erken saatinde hemen kendilerine gülecek komik konular açmayı nasıl başardılar anlayamamış ve ayılamamışken "9'u 6 geçe trenine yetişmeye çalışıyorum" diyeceğime "6'yı 9 geçe" diyiveriyorum... ve dolayısıyla tüm kahkahalar yüzümde patlıyor. Ve ben bu sayede ayılıyorum :)
Tren istasyonuna ulaştığımızda beş poundu arka koltuktan hızlıca yaşlı ve tonton şöför amcaya uzatınca, şöför amca matthew'a dönüp "hey kowboy senden hızlıları var baksana" diyor... matthew bana dönerek bozuk parası olmadığını ama en azından 2 poundu almam için bana ısrar ediyor. Arabadan iniyoruz ve bilet almak için o gişeye doğru yöneliyor. Arkada onu bekliyorum ve gişe sırası bana geldiğinde onun da beni beklediğini farkediyorum. İçimden de "yaşasın" diyorum, yolda sıkılmayacağım. her ne kadar yanımda kitabım olsa da insanlarla muhabbet etmeyi tercih edeceğimi biliyorum.
Bilet gişesi prosedüründen sonra platformlara doğru ilerliyoruz. Her ne kadar ikimizde Londra treni bekliyor olsak da ben doğrudan Londra'ya giden treni tercih ediyorum. (evet salağım) Onun gideceği durak ise benden bir durak öncesi halbuki...
Bu sürede benim platformda beklemeye devam ediyoruz. Üniversite'de bilgisayar mühendisliği okuduğundan ve gelecek yıl kayak için gideceği Kanada planlarından konuşuyoruz. Cıvıl cıvıl, parlak, neşeli ve pozitif bir genç... Lisedeki matematik notlarının yüksek olması sebebiyle bilgisayar mühendisliği okumayı tercih ettiğini söylüyor. Bir sonraki sene Kanada'ya gitmesinin temel sebebinin de tamamen kayak tutkusu olduğunu da itiraf ediyor. "Aslında çoğu kişi bu 1 yıllık (gap year) süreyi kariyer odaklı bir iş ile geçirmemi tavsiye ediyor ama ben hayatı tercih ediyorum" diyor ve ekliyor "Üniversite tercihimi de bu yüzden buradan yana kullandım, daha iyi bir üniversiteden de kabul almama rağmen o üniversiteyi hiç sevmediğim ve buraya bayıldığım için tercihimi bu yönde yaptım, sonuçta burada 3 sene geçireceğim ve burayı sevmem önemli" diyor... Aynı zamanda okulun tanıtım komitesinde yer aldığını ve yeni gelen öğrencilere okulu tanıttığını anlatıyor. "Herkesin okuldaki dersleri sorması çok garip geliyor, sonuçta burada 3 yıl geçirecekler ve burayı sevmezlerse derslerde zaten başarısız olacaklar" diye düşündüğünü de söylüyor. Öğrenci olmaktan çok keyif aldığını da belirtiyor, " bana kalsa hep öğrenci olurum" diyor...
Aslen hangi şehirden olduğunu sorsam da söylediği yeri tam olarak bilemediğim için aklımda kalmıyor. Tarif ederek Luton yakınlarında bir yer olduğunu söylüyor. Tüm bu konuşma boyunca en olmazsa olmaz soruyu bana sormadığını farkediyorum; "nerelisin?" İngiliz olmadığım bu kadar belliyken ve her yabancı ortamın olmazsa olmaz sorusu "nerelisin?" iken bu güzel konuşma bu sorudan yoksun olması sebebiyle bir kez daha hafızama kazınıyor. Benim geri zekalılığım yüzünden buraya eklenebilecek satırlar, kendi trenime binmek konusundaki ısrarım yüzünden "bol şanslar" dilekleriyle son buluyor.
Not: Pazar sabahımı renklendiren bu renkli kişilik ile sabah 9'dan önceye otobüs koymayan belediyeye de teşekkür etmekten başkası kalmıyor herhalde... Hayat, tesadüfler ve yabancılar, bakalım bir kez daha karşılaşır mıyız?
Uyruk: İngiliz
İsim: Matthew
Şehir/Ülke: Colchester/İngiltere
Tarih: 22 Mayıs 2011
Zaman: 30 dk
Hikaye: Colchester'da pazar sabahları 9'dan önce otobüs olmadığını öğrenmemi sağlayan bu olay sayesinde tanıştık Matthew ile. "Tren istasyonuna mı gidiyorsun sen de?" diye sordum. Evet yanıtını alınca "bildiğin bir taksi numarası var mı?" sorusu geldi ardından. 9'daki Londra trenine yetişebilmek için pazar sabahının o saatinde kimsenin olmadığı otobüs durağında, tren istasyonuna beraber gidebilmek için fellik fellik taksi numarası aramaya başladık. Yoldan şans eseri geçen bir arabanın üzerindeki taksi numarasını görüp bulunduğumuz yere araba çağırmayı başardık. Arabanın gelmesini beklerken "benim adım Matthew" diyerek elini uzattı. ben de kendimi tanıttım ama eminim ki ismimden birşey anlamadı. Fakat tüm içtenliği ile gülümsemeye devam etti.
LT: "Londra'ya mı gidiyorsun?"
Matthew: Evet, sen?
LT: Bedford. Aslında buradan Bedford'a doğrudan otobüs var fakat 4 saat, ama Londra'dan trenle 1 saat olduğu için böylesi daha mantıklı geldi.
Matthew: Hmm evet mantıklı :) ben de ailemle birlikte rugby maçı izlemeye gidiyorum.
o sırada beklediğimiz araba geldi. Matthew öne ben arka koltuğa yerleştim. İki ingiliz pazar sabahının o erken saatinde hemen kendilerine gülecek komik konular açmayı nasıl başardılar anlayamamış ve ayılamamışken "9'u 6 geçe trenine yetişmeye çalışıyorum" diyeceğime "6'yı 9 geçe" diyiveriyorum... ve dolayısıyla tüm kahkahalar yüzümde patlıyor. Ve ben bu sayede ayılıyorum :)
Tren istasyonuna ulaştığımızda beş poundu arka koltuktan hızlıca yaşlı ve tonton şöför amcaya uzatınca, şöför amca matthew'a dönüp "hey kowboy senden hızlıları var baksana" diyor... matthew bana dönerek bozuk parası olmadığını ama en azından 2 poundu almam için bana ısrar ediyor. Arabadan iniyoruz ve bilet almak için o gişeye doğru yöneliyor. Arkada onu bekliyorum ve gişe sırası bana geldiğinde onun da beni beklediğini farkediyorum. İçimden de "yaşasın" diyorum, yolda sıkılmayacağım. her ne kadar yanımda kitabım olsa da insanlarla muhabbet etmeyi tercih edeceğimi biliyorum.
Bilet gişesi prosedüründen sonra platformlara doğru ilerliyoruz. Her ne kadar ikimizde Londra treni bekliyor olsak da ben doğrudan Londra'ya giden treni tercih ediyorum. (evet salağım) Onun gideceği durak ise benden bir durak öncesi halbuki...
Bu sürede benim platformda beklemeye devam ediyoruz. Üniversite'de bilgisayar mühendisliği okuduğundan ve gelecek yıl kayak için gideceği Kanada planlarından konuşuyoruz. Cıvıl cıvıl, parlak, neşeli ve pozitif bir genç... Lisedeki matematik notlarının yüksek olması sebebiyle bilgisayar mühendisliği okumayı tercih ettiğini söylüyor. Bir sonraki sene Kanada'ya gitmesinin temel sebebinin de tamamen kayak tutkusu olduğunu da itiraf ediyor. "Aslında çoğu kişi bu 1 yıllık (gap year) süreyi kariyer odaklı bir iş ile geçirmemi tavsiye ediyor ama ben hayatı tercih ediyorum" diyor ve ekliyor "Üniversite tercihimi de bu yüzden buradan yana kullandım, daha iyi bir üniversiteden de kabul almama rağmen o üniversiteyi hiç sevmediğim ve buraya bayıldığım için tercihimi bu yönde yaptım, sonuçta burada 3 sene geçireceğim ve burayı sevmem önemli" diyor... Aynı zamanda okulun tanıtım komitesinde yer aldığını ve yeni gelen öğrencilere okulu tanıttığını anlatıyor. "Herkesin okuldaki dersleri sorması çok garip geliyor, sonuçta burada 3 yıl geçirecekler ve burayı sevmezlerse derslerde zaten başarısız olacaklar" diye düşündüğünü de söylüyor. Öğrenci olmaktan çok keyif aldığını da belirtiyor, " bana kalsa hep öğrenci olurum" diyor...
Aslen hangi şehirden olduğunu sorsam da söylediği yeri tam olarak bilemediğim için aklımda kalmıyor. Tarif ederek Luton yakınlarında bir yer olduğunu söylüyor. Tüm bu konuşma boyunca en olmazsa olmaz soruyu bana sormadığını farkediyorum; "nerelisin?" İngiliz olmadığım bu kadar belliyken ve her yabancı ortamın olmazsa olmaz sorusu "nerelisin?" iken bu güzel konuşma bu sorudan yoksun olması sebebiyle bir kez daha hafızama kazınıyor. Benim geri zekalılığım yüzünden buraya eklenebilecek satırlar, kendi trenime binmek konusundaki ısrarım yüzünden "bol şanslar" dilekleriyle son buluyor.
Not: Pazar sabahımı renklendiren bu renkli kişilik ile sabah 9'dan önceye otobüs koymayan belediyeye de teşekkür etmekten başkası kalmıyor herhalde... Hayat, tesadüfler ve yabancılar, bakalım bir kez daha karşılaşır mıyız?
Across the Universe
Evet bugün tam da bu şarkıyı dinlerken aklıma yeni bir fikir geldi.
"...Sounds of laughter shades of life
are ringing through my open ears
exciting and inviting me
Limitless undying love which
shines around me like a million suns
It calls me on and on across the universe"
hayatta karşıma çıkan ve bir kaç dakika da olsa iletişim kurmayı başardığım yabancıları listelemeye başlayacağım. Bu proje kapsamındaki tüm kişileri de STRANGERS etiketiyle ölümsüzleştireceğim.
bu fikri hayata geçirmeden önce ustalara saygı kapsamında Beatles'a kulak verelim...
"...Sounds of laughter shades of life
are ringing through my open ears
exciting and inviting me
Limitless undying love which
shines around me like a million suns
It calls me on and on across the universe"
hayatta karşıma çıkan ve bir kaç dakika da olsa iletişim kurmayı başardığım yabancıları listelemeye başlayacağım. Bu proje kapsamındaki tüm kişileri de STRANGERS etiketiyle ölümsüzleştireceğim.
bu fikri hayata geçirmeden önce ustalara saygı kapsamında Beatles'a kulak verelim...
Subscribe to:
Posts (Atom)